Bir konusuz yazıyla daha sizinleyim. Serbest.
Bence beynimizde bir süzgeç olmalı ve çevreden aldığımız bilgiyi, duyguyu, pılıyı, pırtıyı bir güzel süzmeli, süzmeli de öyle bilincimize koymalı. Eminim herkeşlerde, ben de dahil, böyle bir süzgeç var. Hipotezim şu ki benim süzgeçin biraz içi geçmiş. Yani neye göre kime göre süzeyim bilemiyor. Naapsın? Her boka üzülüyorum ben de böyle işte osuruktan teyyare konular beni yolumdan alıkoyuyor (hangi yol lan).
Fışkiyeyi kim kırdı?
Bebeykene, toplumda, gerçek hayatta geçerli olabilecek, kullanışlı bir savunma mekanizması geliştirememişim. En güçlü kalkanım: ağlamak. (hadi yaa!) Ağla ağla da karşındaki adamı da üz, yoldan geçeni de üz, kızdır, küçük düş. Ağla ağla da, 5 yaşında yaptığın gibi içine ağla, tut sızlayan burnunu, üst dudağın minik minik dalgalansın. Karşında 40 yaşında insanlar var kime ağlıyon artık?
Yumuşak karınlı, egoist ve bencil, narsist yaratık seni! Bir senin duyguların var bir tek sen ağlayabiliyorsun değil mi?
Yok öyle değil aslında. Zaten ağladıkça daha sert vuruyolar, acıyolar, acımaları da bıçak gibi saplanıyo. (ulan ne egoymuş) Benim duygular sizin duygular gibi durduğu yerde durmuyor, bir kaba koyayım şekil alsın dedim bu boktan blog çıktı.
Her neyse konu ağlamaktı. Ağlamak da ne afyon ha. Ağlayan bilir. Sonrasında bir rahatlama, bir duygu seli, dopamin zirvesi. Ama bu ilaçlar onu da törpülüyor herhalde. Ağladıktan sonra eskisi gibi şevk ile dolmuyorum aynı verimi alamıyorum.
Cipralexli halimle bile ağlayabiliyom. İlk selectra ile girmiştim bu sektöre. Onda hiç ağlayamıyodum. Tabi serotonin reseptörleri falan sağlam daha, beynim insan beyni gibi. İlaç endüstrimiz tarafından becerilmemiş henüz.
Tabi ekonomik rahat da batıyor. Satın almak istediğim bir şey yok. Gitmek istediğim yerler vardı; keyfim yok diye gitmiyom. E noldu? Aslında para kazanmama gerek kalmadı. Tabi çalışan üreten insan eyidir, hastır. Kendimizi gerçekleştirelim, var edelim. Ama ne edelim? Dünyaya söyleyecek bir sözüm kalmamış. Özdisiplin hak getire. Hangi işin ucundan tutayım?